Çarşamba, Haziran 5

Mahcubiyet ve Haysiyet

   
  ''Bir insanın elinden hayatı boyunca kendisini kandırdığı şeyi aldığınız anda mutluluğunu da bitirirsiniz.''



  Kitabın kapağında her şeyin başlangıcını ya da her şeyin sona erişini temsil eden bir şemsiye var. Bu şemsiye kırılmış ve yere atılmış bir halde. Hikaye ise Ekim ayının bir Pazartesi sabahında yağmur toplayan bulutların meydana getirdiği kasvetli bir havada başlıyor. Bu atmosfer, Elias Rukla tarafından defalarca tekrar ediliyor. Sanki bir şeyleri önceden haber vermek istermiş gibi. Şemsiye ise bu atmosfer içerisinde güçlü bir yere sahip.

  Sarımsak severler, bugün size anlatması zor bir kitaptan bahsedeceğim, elimden geldiğince. Birçok farklı katmanı olan bu kitap, içinde bulunduğumuz koşullar çerçevesinde farklı okumalara olanak veren bir kitap. Benim size sunmayı planladığım pencere ise iyi bir okuyucu olduğunu düşünen bloggerın yalın penceresi.
  Edebiyatın müthiş bir iyileştirici gücü olduğuna inanmışımdır her zaman. Mahcubiyet ve Haysiyet kitabını okurken de bir insan olarak iyileştiğimi hissettim. Bununla beraber içinde bulunduğumuz mevcut ortamda yükselen seslerin gürültü oluşturduğu, herkesin konuştuğu fakat kimsenin duymadığı, birileriyle diyalog halindeki insanların aslında sadece kendileriyle konuştuğu zaman diliminde Elias Rukla'nın hikayesine tanık olmak belki de bir kaçış oldu. Ancak bu öyle bir kaçış ki gerçeklikten gerçekliğe doğru yol alan kaçış.

  Hikayenin başlangıcı ya da bitişi bir şemsiye. Aynı zamanda bir başka başlangıç veya bitiş de edebiyat öğretmeni olarak görev yapan Elias'ın, Henrik Ibsen'ın Yaban Ördeği dramını işlediği sırada daha önceki tüm rutin derslerinde fark etmediği bir parantez içine sıkıştırılmış cümleye dikkat kesilmesiyle gerçekleşiyor.
  Edebiyat öğretmeni olarak müfredatın içerisine sıkıştırılmış eserleri incelemek zorunda olan Rukla, farkına vardığı bu gereksiz parantez içindeki cümleyle heyecana kapılmaktadır. Çünkü bir öğretmen olarak belli bir kalıba sokulmuş olmasının getirdiği sınırlı hareket alanı içerisinde keşfettiği nokta ona yeniliğin ve edebiyatın müthiş gücünün hissini yaşatmaktadır. Bu keşfin dersin sırasında olması ise her şeyin bitişini simgeler türden. Öyle ki, karşısında bulunduğu kitle, öğrenci kitlesi, tüm bu sirkülasyonun içerisinde kayıtsızlık gömleği giymiş durumdadır. Elias Rukla, Ekim ayının kasvetli Pazartesi sabahında bulunduğu derste ilgisiz kitlenin gerçekliğinin farkındadır. Üstelik bu kitleyi ciddi bir şekilde de eleştirmekten geri kalmamaktadır. Buna rağmen aynı kitlenin ortaklıklar üzerinden birleşerek kendisine başkaldırma gücünün olduğunun da bilincinde ve bu onu içten içe ürkütmektedir. Anlayacağınız, Rukla sıkışmış bir konumda bulunmaktadır.

  Yaban Ördeği üzerinde Elias'ın gerçekleştirdiği detaylı okuma beni özellikle romanın alt katmanlarına dikkat etmeye yöneltti. Bu açıdan önemsediğim bir nokta, Elias Rukla'nın ve eşinin ismini ilk sayfalarda görmememiz noktasıdır. Yabancılaşma açısından ve Rukla'nın sıradan bir kişi ya da eğitimci olması açısından dikkat kesilmesi gerektiğini düşünmekteyim. İlerleyen sayfalarda gerçekleşen çeşitli olaylar neticesinde Rukla'nın hikayesine tanık olmaktayız. Keskin bir çizgi olmamakla beraber romanın ilk sayfalarındaki o yabancı, tüm çıplaklığı ile hayatımıza dahil olup bizi hikayesiyle esir alarak etkilemeyi başarmaktadır.
  Rukla, benliğini başkaları üzerinde şekillendiren ve başkaları tarafından şekillendirilmesine izin veren karakter olarak karşımıza çıkıyor. Üniversite yıllarına dönerek tanık olduğumuz hikayede aldığı eğitimin yanında felsefe derslerine girerek Johan ile tanışıyor. Her sayfada okur tarafından hissedilen mahcubiyet, Elias'ın Johan ile olan ilişkisi özelinde de rahatlıkla hissedilebilir cinsten. Biraz daha ileri giderek rahatlıkla söyleyebilirim ki Rukla, kişiliğini ve hayatını Johan üzerinden inşa etmiş bir durumda bulunuyor.

  Kitabın daha fazla ayrıntısına girmeden genel bir bakış açısı sunmak istiyorum. Elias, yaşadığı hayatta mahcubiyetin ve haysiyetin en üst safhalarında dolaşan bir karakter. Dostu Johan ve eşi Eva ile olan ilişkisi okura Elias'ın kendi elleriyle şekillendirdiği bir hayattan yoksun olduğunu göstermektedir. Yaşadığı toplumun kişilerden beklentilerini en iyi şekilde gerçekleştirmiş olan karakterimiz, etrafında edebi veya felsefi bir konuda konuşabileceği kimseyi bulamamaktadır. Öğretmenlerden birisinin gelişi güzel romandan yaptığı bir alıntı onu heyecanlandırmaktadır. O öğretmenle iletişim kurmaya çalışmaktadır. Onu gözlemlemektedir. Elias Rukla buna muhtaçtır.

  Roman içerisinde bir hikaye tanık olmanın yanı sıra felsefi göndermeler de elbette ki gözümden kaçmadı. Mühendisler üzerinden eski arkadaşlarını topa tutan Rukla, onların yaşam coşkusunun olmadığını ve onların eylem adamı yetiştiren bir eğitimi seçtiğini dile getirmektedir. Devam ederek, onların hayata karşı büyük bir iştah beslemediğini, yalnızca derslerde başarı gösteren konformist tipler olduğunu eklemektedir. Benim ise bu düşüncelere sonuna kadar katıldığımı ekstra belirtmeye gerek yoktur herhalde...

  Parantez içindeki detay ile başlayan hikaye, bir bitişe doğru yol almaktadır. Elias Rukla, planlanmamış bu bitişe kanımca tüm haysiyetini ortaya koymaktadır. Bunun devamında da geçmişe dönerek hüzünlü yalnızlığı ve mahcubiyetiyle bu bitişin yapı taşlarını hazırlayan hayatını görmemize olanak sağlamıştır.

         Çok feci ama geri dönüş yok.












0 yorum:

Yorum Gönder

Bulamadın mı?

DMCA Protection