Salı, Ağustos 28

Ateşi Yakalamak - Suzanne Collins | İnceleme

  Alevler İçindeki Kız kaş yapayım derken göz mü çıkardı acaba?
  Beni bu düşünceye iten Başkan Snow'un sinsi planları oldu tabii ki. İlk önce Peeta ile Katniss'in evliliğini istiyor. Bu, Katniss için bütün özgürlüğünün elinden alınması anlamına geliyor ne yazık ki. Her şeyden vazgeçmesi gerekecektir. Peeta ile sonsuza kadar bir 'oyun'nun içinde hapsolacaktır. Başkan Snow'un buradaki amacı kuşkusuz çıkması muhtemel olan isyanı bastırmak. Fakat Zafer Tur'unda, Rue'nun mıntıkasına geldiklerinde Peeta'nın teklifi ve Katniss'in söylediği, planda olmayan sözler ile ortalık iyice alevleniyor. Alaycı  Kuş, isyanı temsil eder hale geliyor adeta. Hal böyle olunca evlilik planının işe yaramayacağını anlıyor Başkan Snow ve ortaya Çeyrek Asır Oyunları'na galipleri gönderme planını ortaya atıyor. Bunun anlamı ise Katniss ve Peeta'nın da o Oyunlar'da yer alması ve muhtemel olan ölümleri...

  Kitaptaki asıl can alıcı noktalar ve heyecanlı bölümler bundan sonra başlıyor. Serinin bu kitabı, ilk kitabına göre bana daha durgun geldi. Hatta yarıda bırakmayı bile düşündüm. Ama herkesin bayıldığı bu seriyi bitirmek istiyordum. Çünkü insanların bu seride ne bulduklarını merak ediyordum. Aradığımı ben yine bulamadım, orası kesin.
  Kitap üç ana bölümden oluşuyor: Kıvılcım, İsyan ve Düşman.Beni etkileyen gelişmeler, İsyan bölümün ikinci yarısında başladı ve kitap sonuna kadar devam etti. Fakat bundan öncesi bana göre tam bir işkenceydi.

  Peki Çeyrek Asır Oyunları'nda neler oluyor? İlk önce şunu söylemeliyim ki kitabın sonunu tahmin etmeye çalışırken 'Acaba Peeta ölecek mi?' sorusunda ziyade aklıma daha çok 'Acaba ikisi, Katniss ile Peeta, nasıl kurtulacaklar?' sorusu meşgul etti kuşkusuz. Sanıyorum herkeste böyle olmuştur.
  Çeyrek Asır Oyunları'na gelecek olursak eğer Finnick'in yakınlaşmalarından elde ettiğim sonuca dayanarak   Katniss ile arasında bir şeyler olacağını sanıyordum. Fakat olaylar tahmin ettiğim gibi çıkmadı. Finnick'in ve 'diğerleri'nin başka bir planı var.
  Bu kitapta 13. Mıntıka'nın ismini duymaya başlıyoruz. E, ama 13. Mıntıka diye bir yer yok ki? Ya da biz mi öyle sanıyoruz? Olaylar pek sandığımız gibi değilmiş. 13. Mıntıka ile bir kaç düşünce ve planlamalar var. Serinin üçüncü ve son kitabında da bu planlamaları bol bol duyacağımızı zannetmekteyim.

  Kitabı genel hatlarıyla ele aldığımızda pek beğenmedim açıkçası. Herkesin bayıldığı bir seriye ben neden ısınamadım, bunu da bilemiyorum. Ama şu tartışılmaz bir gerçek ki, Suzanne Collins'in kurgusu gerçekten çok iyi. Katniss'in üstün zekası da su götürmez bir gerçek :)
  İlk inceleme yazımda biraz muhalefet bir tutum sergilemiş olabilirim fakat serinin biraz abartıldığını düşünüyorum... Okuduğunuz için teşekkürler!

  Kitabı İngilizce aslından çeviren Sevinç Tezcan Yanar ablamıza ve Pegasus Yayınlarına teşekkür ederiz. :)

Pazar, Ağustos 26

Emin Adımlarla...

  İlk önce siz Sarımsak sever arkadaşlarla güzel bir haberi paylaşmak istiyorum: Ön Okumalar gibi büyük bir sitenin blog yazarıyım artık. :)
  Olayın nasıl geliştiğine gelirsek eğer, geçenlerde Ön Okumalar'ın Facebook sayfasında 'Blog Yazarı Aranıyor.' başlıklı bir not gördüm. İnceledim filan, bir başvurayım bakalım dedim ve kabul edildim! Bu, hayallerimin peşinden adım adım ilerlerken büyük bir gelişme oldu gerçekten. Duygulanıyorum aslında. Böyle gerçekten yazar olacakmışım hissine kapılıyorum bu tarz gelişmeler sayesinde. İnşallah boş bir his değildir bu.
  Tabii bu gelişme beraberinde insanların tepkilerine ölçerek, ne kadar yanımda olduklarını anlama fırsatını da getirdi.
  Arkadaşlarım çoğu böyle bir bozuldu. Sanki beni layık görmüyorlarmış gibi. Şok oldular azıcık. Yazık, üzüldüm onların adına da tabii.
  Aileme anlattığımda ise böyle büyük bir 'Oğluma bak be!' gibi tepkiler bekliyordum. Ama hiçte umduğum gibi olmadı açıkçası. Bildiğin, normal bir şeymiş gibi karşıladılar. Ama tabii, onlar benim psikolog olmamı daha çok istiyorlar. Yazarlık nedir ki? Para mı var o işte?
  Yani anlayacağınız hayallerinizin peşinde koşarken, sizin yanınızda kimse olmuyor. Engeller oluyor, hem de çok fazla, fakat yanınızda hiç kimse olmuyor. Tek başınasınız. Motivasyon bakımından ya da desteklenmek açısından şansınız pek yaver gitmiyor ne yazık ki. Ama peki ya bu yolu geçtikten sonraki o aydınlık, o başarıya ne demeli? Bildiğin 'Güneşi gördüm.' durumu oluşuyor. Herkese, her şeye göğüs gererek bunu başarmış oluyorsunuz. Öz güveniniz yerine geliyor. Mutluluk, başarı...
  Her şeyin bir götürüsü, bir de getirisi vardır. Hayaller peşinde koşmanın da öyle. Bir getirisi bir götürüsü var.
  Kısacası, mücadeleci biri olduğunuz sürece, hayatta çoğu zaman başarılı olabilirsiniz.

  Peki ya ben blogta neler yazacağım? Okuduğum kitapların incelemelerini yapacağım. Bir kaç inceleme yazısı okudum, benim düşündüğümden biraz daha zor, biraz daha karışık gibi geldi bana açıkçası. Gözüm korktu birazcık. Ama korkunun ecele faydası yoktur :) İlk yazıyı bir iki güne yayınlamayı düşünüyorum. Hatta aynı anda bu blogumda da yayınlayabilirim. :) İlk kitap incelemesini ise Açlık Oyunları serisinin ikinci kitabı olan Ateşi Yakalamak kitabı ile yapacağım.
  Bu blogda yazmayı bırakacak mıyım? Hayır. Böyle bir şeyin olması söz konusu bile değil. Yani okullar açıldığı zaman sık sık yazılarım olmaz, fakat en kötüsü kitap inceleme yazılarım olur. Bu gösterim sayılarını azaltabileceğini düşünmekteyim fakat pek takmıyorum bunu eskisi kadar. Rakip olarak gördüğüm birileri yok sonuç olarak. Bugün Madonna'nın bir sözünü görmüştüm, diyor ki kraliçemiz: ''Tatmadığım iki duygu kin ve kıskançlık. Çünkü kıskanacak hiç kimseyi bulamadım hayatta.'' Az önce yazdığım -rakip olarak gördüğüm birileri yok- cümlesi de onun gibi oldu biraz. Kendini beğenmiş gibi, narsist gibi. Ama asla değil. Gerçekten değil.
 
  Son cümlelerimizi kuracak olursak eğer, bazı amatör yazarların yazılarını okuduğumda umutsuzluğa kapılıyorum, 'Ben bunlar kadar iyi yazmıyorum. Onlar yazar olmayı benden daha çok hak ediyorlar. Ya ben yazar olamazsam?' diyerek. Ama... 'Olurum inşallah.' diyerek geçiştiriyorum. Tutanacak bir dalım yok çünkü :) Neyse sevgili Sarımsak severler, siz olmadan ben bir 'H.(akan)İ.(lker)Ç.(etinkaya)'im, diyerek elveda diyorum efenim.

Pazartesi, Ağustos 13

Şu Hayat Oyununda Nihayet Level Atladım!

  Hayatta her zaman diğer insanlardan farklı olduğumu düşünmüşümdür. Özellikle akranlarımdan. Çünkü... Bilmiyorum, benim yaptığım uğraşları bir başka akranım yapmıyordu. Ya da hobilerimi bir başka akranımda göremiyordum. Peki ya sorun kimdeydi? Daha doğrusu ortada aranacak sorun var mıydı? Neden ben akranlarım gibi ya da hemcinslerim gibi futbol ile ilgilenmiyordum? Neden olgunlaşmamış davranışlarım yoktu benim? Yoksa ben öteki dünyadan bu dünyaya düşen bir 'düşmüş melek' miydim?

  Düşmüş melek? Ya da şeytan? Cidden neyim ben?

  Önceki yazımdan sonra ciddi anlamda kendimi daha çok olgunlaşmış, hayatın gerçekleriyle daha fazla yüz yüze gelmiş gibi hissetmeye başladım. Bu sebebi ise, hakkında sadece adını ve yaşını bildiğim 'ölü' bir kişi. Önceki yazımı okuyanlar Kenneth'ı hatırlarlar. 14 yaşında benim hayatımı etkileyen bir genç.
   Bazı insanlar bu kadar duyarlı olmamdan sıkılmış olacaklar ki ask.fm'den 'Sizce de şu zorbalık muhabbeti fazla da uzamadı mı?' demeye başladılar.
  Sanırım bir yerde hata yapıyorum. O akranım olan insanların benden farklı olduğunu unutup onları duyarlı olmaya davet ettiğim için hata yapıyor olmalıyım. Onlar ne anlar ki?

  Değiştiğimi hissediyorum. Olgunlaştığımı hissediyorum. İnsanlar için bir şeyler yapma isteği duyuyorum.Ve düşünceler doğrultusunda Kenneth'dan etkilenerek zorbalığı protesto ettiğim, Kenneth gibi yaş ortalamaları 18 bile olmayan gençlerin intihara teşebbüs etmelerini önleme amacı taşıyan bir 'kitap' yazmaya karar verdim.
  Büyük bir şey kitap yazmak. Uzun soluklu bir yolculuk. Yer yer araştırmak gerekir kitap yazarken. Cümleleri, kelimeleri büyük bir özenle seçmek gerekir. Blog yazıları gibi -oturdum, yazdım, bitti.- olayı yoktur. İddialı bir şeydir. Çok kitap okumak gerekir ayrıca. Farklı diller, farklı anlatımlar görmeli insan. Ve eğitim gerekli en önemlisi. Yani her isteyen kitap yazamaz. Yazar belki ama edebi bir değer taşımaz. Yazarlık sıfatını hak etmez. Mesela PuCCa... Yazar mı yani şimdi o? O yazarsa Tolstoy, Sabahattin Ali neyin nesidir?
  Eylül ayında çok istediğim metin yazarlığı kursuna başlayacağım. Okul dönemi gibi, sekiz ay sürüyor. Oradan edindiğim tecrübeler ile istediğim kitabı yazmayı planlıyorum. Sonrası meçhul, yayınevilerine başvuruları, hayal kırıklıkları, pes etmeme duygusu, yeniden başvurular derken bu kitabı bastırmak için uğraşacağım. En kötü ajans yoluyla para verip bastırırım. En azından evimin köşesine koyabileceğim bir kitabım olur. :) Ama tabii benim isteğim, büyük bir yayınevine başuru yaptıktan bir hafta sonra beni aramaları ve bana 'Hakan bey kitabınızı hemen basmak istiyoruz!' demeleri. Belki bir sansasyon yaratırım, kim bilir? :)

  Ah şu hayaller, ne güzeldir...

  ''Şimdi gerçek olan bir zamanlar yalnızca hayalimizdi.'' demiş William Blake ustamız. Bu cümleyi bir kitapta görmüştüm ve kendi çapımda bir ilke imza atarak, bu cümlenin altını çizmiştim.

  Bütün bu kitap hayallerine dalıp gitmişken blogum için bana bir reklam teklifi geldi geçenlerde. Ama bu bildiğimiz para kazandıran reklam tekliflerinden değildi; sosyal sorumluluk reklamıydı. LÖSEV vakfından gelmişti. Tereddüt etmeden reklamı kabul ettim. Dedim ya, bende bir olgunluk, insanlara yardım etme isteği aldı başını gidiyor. Kabul ettim hemen. Kardeşlerimiz için...
  Fakat reklam içeriğindeki yazıyı okuma fırsatını ancak ertesi gün elde etmiştim. Gönüllü üye olmaya davet ediyordu. Araştırdım biraz ve yılda sadece 20 TL aidatının olduğunu öğrendim. Bunun yanında gönüllü olarak yaptığın işlerin manevi boyutu var tabii. Göz arda edilemeyecek bir boyut bu. Küçük kardeşlerimizi ziyaret etmeye gittiğimizde o gözlerindeki ışıltıyı bir düşünsenize... Hayattaki her şeye değer o ışıltı.
  Gönüllü üye olmak için başvurdum. Reşit olmadığımdan dolayı kabul etmeyeceklerini düşünüyorum ama yine de başvurumu yaptım. Şansımızı denemekte fayda var. Henüz bir sonuç yok, beklemekteyim. :) Ama gelişmelerden haberdar edeceğime emin olabilirsiniz. LÖSEV'in gönüllü üyesi olmak benim için gurur verici bir şey olur.

  Ve sevgili Sarımsak severler, yukarıda anlattığım konularda yaşıtlarımdan kat ve kat duyarlı olduğum için kendimle gurur duyuyorum. Egoist birisi imajı görebilirsiniz bu cümlede, fakat inanın ki bu gurur duyma, o kadar mütevazi, o kadar içten, o kadar sıcak bir gurur duyma ki...

  Farklı olmak çoğu zaman iyidir, diyerek bu yazımı da burada bitiriyorum. :) İyi ki varsınız. Bu satırları okuduğunuz için size minnettarım!

DİPNOT: Önceki yazımdaki yazım ve dil bilgisi hataları hakkında söyleyecek bir şeyim var; yazıyı sabah 7'de yazmıştım ve fotoğrafları aktarırken çok büyük sıkıntı çekmiştim. O yüzden kurduğum cümlelerdeki hatalardan dolayı özür dilerim. Düzeltmeye çalıştığım zamanlar fotoğraf düzeni bozulduğu için, hatalarımı düzeltemedim ne yazık ki.



Bulamadın mı?

DMCA Protection