Çarşamba, Eylül 26

Bazı İnsanlar Bana 'Yalnızlık' Kavramını Sevdiriyor

  Merhaba Sarımsak severler! Okullar açılır açılmaz ödev bombardımanına tutulduğumuz için konusu ve başlığı belli olan bu yazımı biraz geciktirmiş bulunuyorum. Daha ikinci haftada böyleyse, sınav haftasında canımız çıkacak herhalde.
  İlk önce, iki yazı öncesinde size bahsettiğim 'planlı programlı çalışma ve hareket etme' durumunu uygulamaya sokmuş bulunuyorum. Ama daha ilk günden saat saat hazırladığım bu program otomatik olarak uygulanamaz hale geldi. Çünkü okulların saati değişmiş. Şansımın bu kadarı yani... Ama azıcıkta olsa uyguluyorum gerçekten. Ucundan kıyısından, bir şekilde uygulamaya çalışıyorum. Önemli olan da bunu yapmaya 'çalışmak' zaten :P 

  Başlık konumuza gelecek olursak, evet, gerçekten bazı insanlar bana 'yalnızlık' kavramını sevdiriyor. Yani demek istediğim en açık sözlü haliyle şu: 'Sen iticisin. Evet hem de çok iticisin. Konuşman, tavırların, söylediklerin... Hepsi itici. Bana yalnızlık kavramını sevdiriyorsun. Yalnız olmak, seninle birlikte olmaktan daha iyidir, eminim. Bir karar verecek olsam yalnızlığı tercih ederdim, inan. Yalnızlık kavramı senin yanında melek kalıyor. Sadece çok iticisin. Evet, cidden öylesin.'
  Daha açık sözlü bir ifade kullanamazdım sanırım. Evet Sarımsak severler, duygu ve düşüncelerimin, başlık hakkında görüşlerimin özeti işte o yukarıda cümle. Öyle insanlar var ki, nasıl anlatsam, sizi böyle hayattan soğutuyor. Evet, evet sizi resmen hayattan soğutuyor! Onunla birlikte olmaktansa bir kenara köşeye çekilip kendimle baş başa kalmak daha iyi olabilecek konuma geliyor.
  Peki ya ben bu insanları küçük görüp onları aşağılayarak iyi bir şey mi yapıyorum? Aslında ben kimseyi aşağılamıyorum ya da küçük görmüyorum. Bu şey gibi; 'Sen bana göre uygun bir insan değilsin, kişisel yapın bana uymuyor. Bana itici geliyor.' cümlesinde tavrın biraz daha 'iticilik' kavramıyla donatılmış hali, o kadar. Bazı insanlar da çok iyi niyetli olabilir, gerçekten amaçları itici görünmek değildir. Ama bu dediğim gibi, kişinin yapısıyla ilgili. Bu bana itici gelirken bir başkasına 'Ay canım benim, çok tatlısın.' durumlarına yol açabilir tabii. 
  İşte, bazı insanlar hakkında şahsi düşüncem budur. Yine klasik bir şekilde, her göndermelerde olduğu gibi bu sözlerimi de üstüne alması gereken kişi üstüne almayacak, almaması gereken kişi ise üstüne alacaktır. Olsun, ben içimdeki döktüm, o bana yeter.  
  Ve bazen toplumsal kurallar gereği, karşıdaki insanların yapısı gereği, açık sözlülük kavramını hayata geçirmek zor olabiliyor. Evet, ben bu sözlerimi kişinin suratına da söyleyebilirdim. Ama aynı ortamda, aynı yaşam alanında etkileşim içinde olduğumuz insanlarla zıt düşersek, bu sefer hayatımız onunla aramızda geçen bir rekabet olayına döner. Ama ben gençliğimin baharında, milletle uğraşamam. Siz de uğraşmamalısınız bence. Çünkü bu devam eder ve resmen sidik yarışına döner, bu da size hiçbir şey katmaz.
  Bazen içinizi dökmeniz gerekir. Duygu ve düşüncelerinizi birilerine ya da bir şeylere aktarmanız gerekir. İşte ben o aktarma işlemini de blogum aracılığıyla yapıp sizlerle paylaşıyorum. Siz de yapın bunu. İçinizi nereye veya kime dökmüş olursanız olun, içinize bir huzur dolacaktır. En azından bir kalem alıp kağıda gıcık olduğunuz kişi hakkında düşüncelerinizi yazıp 'Ait olduğun yer burası.' diyerek tuvalate atabilirsiniz. Bunu yapmalısınız. :) 

  Benden bu kadar. Diğer yazıda görüşmek üzere! Kendinize iyi bakın! 

Cuma, Eylül 14

''Şimdi Okullu Olduk, Sınıfları Doldurduk...''

  ''Şimdi okullu oldu, sınıfları doldurduk, sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz!''
  Bu şarkı sözünü bilmeyen yoktur sanırım. Bu şarkı sözleri biz daha ufacıkken, okula başlamadan önce, okulun çok iyi bir şey olduğunu göstermeye çalışan şarkı sözleri! Biz garibanlar da ne yapalım, küçücüğüz daha, okulun çok iyi bir b*k olduğunu sanıyoruz, hemen kanıyoruz tabii. Ama gerçek şu ki, bu şarkı bizi resmen manipüle ediyor! (Bilmeyenler için manipüle etmek, ayartmak gibi bir şey.) Çocuklar okula bir gidiyor iki gidiyor, üçüncü gidişlerinde 'Bu okul ne zaman bitecek yaa?' diye triplere girmeye başlıyorlar.

  Şaka bir yana okumak güzeldir aslında! (Bir manipüle ile daha karşı karşıyayız.) Aslında gerçekten güzeldir. (Burada yazar manipüle etmediğini iddia ediyor.) Yani okumak, okula gitmek, yeni arkadaşlar filan, çok iyi bir şey. (Tam bir manipüle... Hep Amerika'nın oyunları bunlar.)

  Tamam tekrar şakayı bir yana bırakalım ve acı gerçek ile yüzleşelim; okulların açılmasına tam tamına iki gün kaldı! Gerçekten okula gitmek, yeni bir şeyler öğrenmek hoş, güzel fakat öğretme biçimleri, öğretme tarzları ve ders planlarında yer alan konular insanı burnundan getiren cinste. Konuları şarkı söyleyerek, eğlenerek hoplayarak öğrenelim demiyorum ama en azından bu kadar ağır olmasın konular. Matematik ve geometri konuları çok ağır mesela. İngilizce öğretim sistemi ise çok yetersiz. Yani sadece okuldan edindiğiniz İngilizce bilgileri pek işine yaramaz.
  Ne anlatmak istediğimi anlıyor musunuz Sarımsak severler? Türkiye'de eğitim sistemi çok kalitesiz. Bu aralar dershanelerin kapanması yönünde haberler dönüp dolaşıyor. Evet, dershaneler bence de kapatılmalı. Ama ne zaman? Okulların kalitesi yükseltilip, öğrencilerin yani bizlerin dershaneye ihtiyaç duymayacağımız zaman.
  Bir de tabii ki saç sakal meselesi var. Ona da bir açıklık getirmek istiyorum Sarımsak severler, bakan her ne kadar 'Çocukları zorlamayın, bırakın saçlarını uzatsınlar.' dese bile yönetmelikte böyle bir şey henüz yok. Hal böyle olunca bizim okul gibi çoğu okulda saç uzatmaya sıcak bakmayacaktır. Omuz hizasına gelmediği sürece saçların uzatılmasına neden bu kadar takıldığı hakkında hiçbir fikrim yok açıkçası ama olay ne yazık ki böyle.

  Aslında bu yazıyı yazma amacım sizi okul öncesinde bunalıma sokarak, okul sonrası x2 olarak gelecek bunalıma alıştırmak. Böyle de iyi kalpli, böyle de düşünceliyimdir, değerimi bilin canlarım. 

  Sonuç şu ki blog severler, önceden duyduğumuz sözde motive edici şarkılara sözlere inanmamalıyız. Sonra dımdızlak kalabilir, 'Ama şarkıda okulun güzel bir şey olduğunu söylüyorlardı???' diyerek hayatın acı gerçekleriyle yüz yüze kalabiliriz. Demek ki neymiş? Okula başlamadan önce Sarımsak'ın ''Şimdi Okullu Olduk, Sınıfları Doldurduk'' yazısını okuyormuşuz. Ama 66 aylık çocuk okuyamayacağına göre şarkı sözlerine kanmaya devam. Hayır o değil 66 aylık çocuğun hayatı erken kararacak, erken bunalıma girecek. Sonra hiç sağlıklı olmayan, tripkolik nesil yetişecek. Al başına belayı. Bunlar Facebook'a 'Çok efkarlandım (Bu cümleyi büyüklü küçüklü, q ve w harfleri ekleyerek hayal edin. Muhtemel o şekilde yazacaklardır çünkü. Ben de o şekilde yazabilirdim ama daha kariyerimin başında, blogumun içine etmek istemiyorum açıkçası.)' yazacaklar, oradan Twitter'a akacaklar falan filan derken 'duygusal ergen kaç hadi benden' havası olacak.
  Asıl olayın can alıcı noktası ise bütün bunların manipüle edici bir şarkı sözünden kaynaklanacak olması... Ne kadar acı...

  Evet, bu sözlerimden sonra yeterince bunalıma girdiğinizi düşündüğüm için yazıma burada son veriyorum. Okullar Açılırken isimli yazım 150 gösterime ulaşarak en çok okunan yazım olmuş bulunuyor. Hedefim 200 gösterim. Durmak yok yola devam! Beğendiğimiz yazımı en azından bir kere sosyal paylaşım sitelerinden herhangi birinde paylaşırsanız beni dünyanın en mutlu insanı yaparsınız. :) Sonuçta hiçbir ticari amaç gütmüyorum evet, bu işi karşılıksız yapıyorum evet, fakat sizde kurbanlık koyunlar gibi yazımı okuyup çıkmayın yani. Bir deyin 'Yazık bu çocuğa. Bir yıldır blog yazarlığı yapıyor. En azından bir kere yazısını paylaşayım da mutlu olsun gariban.' deyin. Bu zaman kadar istemedim böyle bir şey biliyorsunuz. Ama ne kadar çok gösterime ulaşırsam o kadar motivasyonum artar ve sizlerle daha iyi yazılar paylaşabilirim. 'Pamuk eller cebe.' sözünün farklı bir versiyonunu istiyorum sizden: 'Pamuk eller -paylaş- tuşuna.'

  Bir de kitap önerisi yapacaktım size blog severler. Fakat yazım biraz uzun oldu, görsel materyallerde kullanmadığım için sıkıcı bir uzunluk gibi görünebilir, o yüzden öneri kısmını atlıyorum fakat Hiç Kimse Sıradan Değildir isimli inceleme yazıma göz atarak aklınızda bir kitap önerisi bulunmuş olur.

  Bu yaz çoğumuz sabahtan akşama kadar internete girdik, internet başında sabahladık, onunla yattık onunla kalktık. Her birimizin farklı farklı planları vardı. Yaz mevsimini dolu dolu geçirmeyi planlamıştık. Ama hayal kırıklığı ile karşılaştık. Çoğumuz 'Bu yaz çok kitap okuyacağız.' dedik ama okuyamadık, vs. vs. vs. Ve şimdi okul maratonu başlıyor! Allah herkese sabır versin!

   İyi bunalımlar Sarımsak severler! Görüşmek üzere!





Pazar, Eylül 2

Hiç Kimse Sıradan Değildir | İnceleme


  '''Neden ben?' diye sordum Tanrı'ya. Bir şey söylemedi. Güldüm ve yıldızları izledim. Yaşamak güzeldi..''
  Kitap, bir banka soygununda başlıyor. Kahramanımız Ed, banka soyguncusunu, Ed'in en yakın arkadaşlarından birisi olan Marv'ın külüstür arabasıyla kaçmaya çalışırken yakalıyor. İşte hikaye bundan sonra başlıyor.
  Ed, 19 yaşında bir taksi şoförü. Kapıcı adlı yaşlı köpeği ile bir kulübede yaşıyor. Babası geçen yıl ölmüş durumda. Annesi ise tek yaşıyor ve Ed'den hiç hoşlanmıyor. Ed'in iki kız ve bir de erkek kardeşi var. Onlar iyi bir hayat sürüyor. Yani hayatta 'kendilerini kurtarmış' kişiler. Ama Ed, sıradan bir taksi şoförü olmaktan ve arkadaşlarıyla kağıt oynamaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Annesinin Ed'den hoşlanmama sebeplerinden birisi de bu zaten. 
  Ed bir gün posta kutusunda bir iskambil kartıyla karşılaşır ve artık Ed kendisini, amacı Ed gibi bir 'hiç'i sıradanlıktan kurtarabilmek olan bir insanın kocaman ve önceden her şey tasarlamış olan bir oyunun içinde bulur. (Bu cümleyi kurarken yaklaşık on dakika harcadım.) 
  Bu oyunda Ed akla gelebilecek her türlü işi yapıyor; yaşlı bir kadına kitap okuyor, bir adamı öldürmeye teşebbüs ediyor, dayak yiyor ve daha bir sürü maceraya atılıyor. 
  Ed'e, kitap boyunca maça, kupa, karo ve sinek asları geliyor ve her birinde farklı isimler, farklı şifreler, farklı görevler bulunmakta. Bu dört ana bölümde hep başka insanlara yardım edilmesi isteniyor. Ed, bu dört karttaki görevleri tamamladıktan sonra her şeyin bittiğini sanıyor. Ama hesaba katmadığı bir şey var; joker kağıdı. Bu joker kağıdıyla karşılaştığında ise kartın üstünde kendi ev adresini buluyor... :) 
  Ed'in bir de aşık olduğu güzeller güzeli Audrey var. Audrey, Ed'in kağıt arkadaşlarından tek kız olma özelliğine sahip. Audrey kimseyle birlikte olmak istemiyor aslında ama kupa ası ve joker bölümlerinde işler değişiyor.

  Kişisel yorumuma gelecek olursak eğer, dediğim gibi kitap çok akıcıydı. Sanırım bunun en büyük nedeni genelde tek cümlelerden oluşan paragraflardı. 
  Kitaptaki karakterlerden en çok yaşlı teyze Milla'yı sevdim. Hatta kitabın sonlarına doğru öleceğinden korkuyordum. Bu tarz karakterlerin ölmesine ben çok üzülürüm. Milla'nın ölmesini de hiç istemiyordum açıkçası. Neyse ki ölmedi :)
  Kitabın orjinal ismi olan 'I am The Messenger'ın kitaba daha uygun olduğunu düşünüyorum. Ama kapak tasarımı oldukça güzel.
  Gece Evi serisinden beri hiç bu kadar akıcı bir kitapla karşılaşmamıştım, bunu da not düşeyim.
  Kitap Martı Yayınları'ndan çıktı. Martı Yayınları'nın okuduğum ikinci kitabı bu. İlk okuduğum kitabı ise Küçük Mucizeler Dükkanı'ydı. O da bu kitap gibi akıcıydı. Sanırım Martı Yayınları'nın en önemli özelliklerinden birisi, çıkardığı kitapların akıcı olması...

Hakan İlker Çetinkaya         
  

  

Bulamadın mı?

DMCA Protection