Cuma, Haziran 21

Yazın İlk Kitabı!

  Yaza giriş için bu kitabın benzersiz olduğunu düşünüyorum. Şezlongda uzanırken elinize löp diye oturan cinslerde ebatları olan harika bir macera romanı...
  Kitabı bitirdikten sonra sağlam bir uyku çektiğimi söylemeliyim. Belki rüyamda benzer bir maceraya atılırım diye. Fakat bu tarz macera rüyalarda bile zor.
  Kahramanlarımız Kont Lada (Çik) ile Kont Koka (Maik) benzersiz bir yaz tatili geçiriyorlar. Berlin'de yaşayan bu iki genç Eflak yollarına düşüyor. Hem de çalıntı bir arabayla! E tabii başlarına gelmeyen kalmıyor... Polisler, arkalarından ateş açan amcalar, ayaklarını sakatlayan 'su aygırları'...
  İnsan imreniyor aslında. Şahsen ben imrendim. Daha reşit olmayan bu iki gencin tatillerini nasıl geçirdiğine bir bakın sonra dönüp bizim yaz tatilimizi nasıl geçirdiğimize bir bakın! Bir kere aramızda tonlarca cesaret farkı var. Benim arkadaşlarım daha otobüsle bir kıtadan bir kıtaya geçerken tırsıyorlar. Bana sorarsanız... Bu kitabın ana karakterleri arasında ben de olmalıydım! Takma ismim de Kont Noka filan olurdu.


  Her şeyi bir kenara bırakalım, ON8 yayınevinin kaliteli kitaplar çıkardığını, gerçek anlamda kaliteli kitaplar çıkardığını kabul edelim.
  Kitapta sizi sıkacak hiçbir şey yok. Satırlar su gibi akıp gidiyor. Zevkle okuyacaksınız eminim. Hem abartılı macera kitaplarından da değil bu! Yani ne bileyim, hani bir kaza geçiren çocuğun sağ bacağı tam kopmuşken ardından gelen bir kaza ile sol kolunun kopması gibi ''Höh, bu kadar da değil artık!'' dedirtecek olaylar yok. Bu bir artı.
  Ayrıca yazarın, Maik'in aşk duygularını başarılı şekilde işlediğini de söyleyebilirim. Bu da bir artı.

  Kitabımız küçük ebatlarda olduğundan bir de sayfa sayısı 280 olduğundan kitabın içeriğinden fazla bahsetmek spoilere girer aslında. O yüzden bu kitabı okuyun! Pişman olmazsınız.
  Kitabı okurken ara ara telefonumdan 8tracks uygulamasını açtım, uygulama eşliğinde kitabımı okudum. Size tavsiyem siz de öyle yapın. Özellikle 'A Hug and a Whisper' mixi kitabın geneline uyan harika bir mix. Tavsiyemdir!
  Goodreads puanım 5 üzerinden 4.5 aslında. Fakat ortalamasını yükseltmek amacıyla 5 verdim.

ARKA KAPAK YAZISI




 İnsanın, otoban polisi karakolunda sidikli ve kanlı bir halde oturmuş, ebeveynine dair sorular yanıtlaması da büyük ikramiye sayılmaz. Hatta işkence görmek işime bile gelirdi, o zaman heyecanım için bir gerekçem olurdu, hiç değilse.
 En iyisi çeneyi tutmak, demişti Çik. Ben de onunla aynı görüşteyim. Şimdi, yani artık zaten hiçbir şey etmedikten sonra.

 
Annesi alkol tedavisinde, babası asistanıyla sözde iş gezisinde. Maik, yaz tatilini evde tek başına geçirmek zorunda. Ancak, sınıf arkadaşı Çik çalıntı bir Lada'yla çıkagelince, çok uzaklara doğru haritasız, pusulasız bir yolculuk başlamış olur, ta ki...
 Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü'nü alan Wolfgang Herrndorf, yankı uyandıran romanında çağdaş bir Huckleberry Finn hikayesi anlatıyor!

Pazar, Haziran 9

#direngeziparki

  Eylemlerin 13. gününde yazılan, 'gecikmiş' gibi gözüken bir yazı. Ama bence konuşmanın tam zamanı.
  Olayları başından beri takip ediyorum. Bu konu hakkında yazılanları olabildiğince okumaya çalıştım. Az laf söyledim. Lafla peynir gemisi yürümez dedim, ben de eylemlere katıldım.
  Bugün başbakanın Adana'da ''Eylem yapanların %95'i önceden Gezi Parkı'nın nerede olduğunu dahi bilmiyorlardı.'' sözündeki o %95'lik kesimdeyim belki ama mühim değil. İstanbul'da doğmadım. Üstüme alınmadım. Zaten söylediği sözü de boş laf olarak gördüm. 
  Diğerleri gibi reklam yapmadım. Reklam yapılacak bir şey görmedim. Boş boş sosyal medyada atar yapmadım. Yazılanları okudum. Midem kaldırdığı taktirde karşıt görüşleri de okumaya çalıştım. Yapmam lazımdı, daha fazla okumam lazımdı ama yapamadım. Atatürk'e edilmiş her laf midemi bulandırmaya yetti, 'Nasıl insanlarsınız?' demeye itti.
  Düşünmeyen insanlarla karşılaştım. Olayları siyasi yöne çekenlerle de. ''CHP başlattı hep bunları'' diyenleri çok gördüm mesela. Güldüm. Dedim ya, lafla peynir gemisi yürümez. Keşke gitselerdi görselerdi eylemlerin ilk günü.

  En çokta kendime kızdım şimdi. Tayyip gibi 'yaptıklarımı' sıraladım. Kendimi ona benzetmek kendime ettiğim küfür gibi. Nefret etmiyordum aslında önceden Tayyip'ten. Sevmiyordum ama nefret de etmiyordum. 'Yapacak bir şey yok, katlanıyoruz.' deyip siyasi içerikli konuşmuyordum hiç. Ama bu sıralar yaptıkları, söyledikleri, sadece benim nefretimi değil Türkiye'nin çoğunun nefretini kazandı. Halkı, bizi kışkırttıkça daha çok nefret ettik.

  Her zaman ''3-5 ağaç'' diye yaptıkları şeyleri azımsadığımız için içten çürüttüler bizi.
  Fotoğraf çektim bir sürü. Halkın birlik beraberliğini, dayanışmasını çektim. Ama yüklemeyeceğim. Gidin kendiniz görün! Hissedin o dayanışmayı. 'Al, bundan da ye' diye elinize yemek tutuşturdukları zamanki, kitap götürürken arabadan ''Metroya kadar bırakayım'' dedikleri zamanki, 'Helal olsun' diye omuzunu sıvazladıkları zamanki duyguları yaşamadan anlamazsınız çünkü.

  Söylenecek çok söz varken hiçbir şey söylemiyorum. Elalemin Madonna'sı bile kilometrelerce uzaktan destek verirken ülkemizde duyarsızlaşan, olayları 'siyasi' olarak nitelendirerek susan insanlara söylenecek söz yok çünkü. Ya da polisin yaptıkları apaçık ortadayken, polisi savunan insanlara söylenecek söz yok.

  

Bulamadın mı?

DMCA Protection