Pazar, Kasım 18

TÜYAP Günlüğü

  Sevgili Sarımsak severler, bildiğiniz gibi bugün İstanbul Kitap Fuarı TÜYAP'ta ziyaretçilerine açıldı. Fuar bir hafta sürecek olup gitmenizi şiddetle öneriyorum. Gidin yani. Gitmelisiniz! Kaçırmamalısınız! Bunları benim gibi birisi söylüyorsa şöyle eğilin bir kulak kabartın. Ortam öyle harika, insanlar öyle cana yakın ki, sanki yıllardır tanıyormuşcasına sohbet edebilirsiniz. İlla bir şey almanız gerekmiyor, şöyle bir bakın, iki sohbet edin yeter. İnanın içiniz huzurla dolar, mutlu olursunuz. İşte ben de tam bu noktada devreye girip ve fuarın ilk günü ziyaret edip, alışveriş yapıp izlenimlerimi sizlerle paylaşarak çok geç olmadan fuar ziyaretinizi yapmanızı sağlamak gibi bir amacım var.  Ve işte TÜYAP Günlüğü:

  İlk önce fuara ulaşım o kadar zor değilmiş onu anladım. Anadolu yakasından ziyaret etmek isteyenler atlasınlar metrobüse bir-iki aktarma ile TÜYAP'a kolaylıkla ulaşırsınız. Hem de yol parası fazla ödememiş olursunuz, zira metrobüs çıkışında bulunan makineler (İnanın bu makinelere verilen adı bilmiyorum. Siz neyden bahsettiğimi anladınız ama? Anladınız de mi? Anladım deyin lütfen. Hayır bu saatte taze taze size anımı anlatabilmek için giriyorum blog yazısı yazıyorum bari ne dediğimi anlayabilin ki bir işe yarasın. Her neyse ben anladığınızı farz ediyorum.) metrobüse girerken ödediğiniz paranın bir kısmını ya da tamamını veriyor. Bundan güzel nimet mi olur? Ben iki senedir deniz otobüsüyle Bakırköy'e geçip oradan TÜYAP'ın ücretsiz servisine biniyordum, tamam metrobüsten daha rahat olabilir fakat bir öğrenci olarak yol parası çok fark ediyor bize ve bizim gibilere. O yol parasıyla bir iki kitap daha alırız TÜYAP'tan daha iyi.
 - İlk tavsiyem yol problemini sıkıntı etmeyin, yol yüzünden bu güzel fuardan mahrum kalmayın. Ulaşım yollarını araştırın.

  İkinci olarak Sevinç abla gibi değerli bir çevirmen ablayla tanıştık. Bununla yetinmeyip bir de Nehir Erdoğan ve annesiyle tanışma fırsatı yakaladık. Hem de annesi, Şükran Fişekli ablamızın kitaplarını aldık. Eee, kaçar mı bu fırsat? Bir de imzalattırdık kitaplarımızı oh mis. Sevinç ablaya da Gece Evi serisinin kitabını imzalattırmak istiyordum aslında ama fazla muhabbet edemedik maalesef. O heyecanla Nehir ablayla da fotoğraf çekilemedik ne yazık ki. Ama olsun o tatlı ve içten muhabbetleri bile yeter :) Bir de bunların yanında Pegasus standında bulanan Pınar Gümüş abla da çook içtendi. Yani anlayacağınız fuarda bir sıcaklık, içtenlik havası hakimdi
-İkinci tavsiyem fuarda mutlaka birileriyle sohbet edin.

  Tavsiyelerimizi geçtikten sonra şöyle bir ne yaptık onu anlatayım:
İlk önce Celil ile Kadıköy'de buluştuk ve metrobüse binmeye çalıştık fakat hiç planladığım gibi gitmedi metrobüs yolculuğumuz çünkü TÜYAP'a ulaşmak üzere bineceğimiz ve benim de not aldığım metrobüs hatlarının hareket saatleri bizim gideceğiz zamana uymuyordu. Üç aktarma yaparak işi kurtardık. Allah'tan dönüşte sorun yaşamadık. Zaten oldukça yüklü döndük, canımız çıkardı herhalde. Öhüm, her neyse, TÜYAP'a ulaştığımızda Duygu ablalarla karşılaştık. Hani şu bütün yayınevlerinin tanıdığı Duygu abla. Eh tabii Duygu ablanın olduğu yerden ekstra indirim eksik olmaz diyerek takıldık onun peşine ve TÜYAP'a girdiğimiz gibi çıkarak ilk önce yemek yemeye karar verdik. McDonald's'da. Sonra Ayça ve Duygu ablayla beraber TÜYAP'ı alt üst ettik, ekstra indirimlerle boğulduk, standlarda bol bol oyalandık, sohbet ettik ve en önemlisi   bir sürü kitap aldık! Ardından bir de ikinci paragrafta bahsettiğim Şükran Fişekçi ablamızdan imza alma olayını gerçekleştirdik mi 'Görev tamamlandı.' moduna geçtik hemen. Duygu abla aramızdan erken ayrılmak zorunda kaldı ne yazık ki. Biz üçlü bir grup olarak biraz daha takılıp bir daha yemek yedik. Ve dönüş yolu! Bakmayın böyle bir paragrafta TÜYAP'ı anlattığıma, dolu dolu geçti fakat anlatılmıyor, ancak yaşanılarak anlanır. Buradan da üçüncü bir tavsiye yolu çizerek -Mutlaka TÜYAP'ı ziyaret edin diyebiliriz. Dönüş yolunda ise Celil ile birer kahve ısmarladı Starbucks'tan, oh mis. Günümüzü gün ettik. :) Yorgunluk var mıydı? Elbette ama tatlı bir yorgunluk. Her şeye değer bir yorgunluk.

  Peki TÜYAP'tan neler aldım? Neler almadım ki? Size aldıklarımın güzel bir listesini yapmak isterdim ama üzgünüm ki sadece kitapların resmiyle yetineceksiniz bu seferlik. Birkaç gün sonra mutlaka yazıyı günceller liste olarak da paylaşırım seve seve. Ve işte TÜYAP'tan:



  -TÜYAP standlarındaki görevlilerin kitap tanıtımlarına hayran kaldım bunu belirtmeliyim. İnsanın alası geliyor, parası olmasa bile. Bende de oldu oradan biliyorum. Alasım geldi ama alamadım. Bazen de benim gibi elindekilerle yetinmeyi bileceksin tabii ki.
  -Nehir Erdoğan ablamızla güzel bir blog yazarlığı sohbeti yaptık ve blog linklerimizi verdik. :) Büyük ihtimalle bu satırları okuyanlar arasında olacaktır. Onun gibi büyük bir ismin blogumu okuması tarif edilemez bir gurur kaynağı.
  -Bu sene aldığım kitapların çoğu hakkında inceleme yazısı yazmayı düşünüyorum. Tabii mutlaka sizlerle de paylaşacağım. Belki alıp okumak istersiniz :)


 -Bu sene TÜYAP'a gidişimin üçüncü senesi ve iki senedir yaptığım gibi bu sene de aynı pozisyonda aynı yerde TÜYAP'ın resmini çektim. Bu işi geleneksel bir hava vermek hoşuma gitti.

   -Son olarak biricik arkadaşım Tuğçe benim için, blogum için resim tasarlamış, bayıldım! Ve işte o şaheser....

  Bugün hayatımın en anlamlı ve en güzel günlerinden biriydi. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. İyi ki varsınız!


Sarımsak.

Cumartesi, Kasım 10

Ortaya Bir Tane Çoban Salatası Lütfen!

  Ortaya bir tane çoban salatası lütfen! Sarımsaklı olursa sevinirim. Teşekkür ederiz.
  Bugün çoban salatası kıvamında bir yazıyla çıkacağım karşınıza Sarımsak severler! Tam tamına yirmi yedi gündür ayrıyım sizlerden. Uzun süre yazı yazmayınca benliğimde, kalbimde, tam şu sol köşede bir hüzün hissediyorum. Yalnızlık hüznü. Sarımsaktan ayrı kalmamın hüznü. Sizi bir travestinin ellerine vermemin üzerinden yirmi yedi gün geçişinin hüznü... Hatta bu olaya öyle vicdani bir şekilde bakıyorum ki ileri de büyük bir yazar filan olursam, Ayşe Kulin gibi kitap yazmak canım isterse ve 'Yazmak istedim, yazdım, oldu.' demek  istersem bir kitabımın adını 'İki Yazı Arasındaki Uzaklığın Hikayesi' bkz. İki Şehrin Hikayesi, koyabilirim.
  Sonuç şu ki ben yaklaşık bir aydır yoktum ve görünüşe bakılırsa siz de beni hiç özlememişsiniz! İnsan bir mesaj atar, der ki 'Sarımsak'cığım nerede yeni yazıların?' der, 'Eski yazılarını okuya okuya bir hal oldum yeni yazı yaz artık.' der. Ama yok... Bazen, bende bulunan 'İki Yazı Arasındaki Uzaklığın Hikayesi' gibi destansı olabilecek bu vicdani duyguların sizde olmadığını düşünüyorum.

  Giriş kısmımızda sarf ettiğimiz yürek parçalayıcı yalnızlığımıza nihayet son verdikten sonra çoban salatamızı yapmaya başlayabiliriz! Ve işte ilk malzeme:

BİBER
  Geçen yaz bir blog yazarı ablayla kendi blogu için kitap kurtlarıyla yaptığı ve haftalık yayınladığı röportajlara ben de katıldım. Her hafta bir yazı yayınlandığı için benim yazım Ekim ayının ortasında yayınlandı. Birkaç gün röportaja yorum yapılıp yapılmadığını siteye girerek takip ettim fakat dediğim gibi yalnızca birkaç gün sürdü. Takibi bıraktığım zaman birisi yorum yapmış. Profilini incelemedim ama blog yazarı olduğunu tahmin ettiğim birisi. Sanırım benden büyük bir abla. Olumsuz eleştiri yapmış blogum hakkında. Son yazımda bahsi geçen travestilerle ilgili bir sıkıntım olduğunu dile getirmiş eleştirel bir dille. Kendimi geliştiremediğimi, toplumda ikinci sınıf olarak nitelendirilen travestilerle dalga geçebilecek kadar düşünsel derinliğimi geliştiremediğimi izah etmiş.
  Eminim bu kişi gibi düşünen insanlar olmuştur. Eminim. Fakat eğer bir konu hakkında bir görüş bildiriyor isen, o konu hakkında yazarın düşündüğü ve yazdığı bütün yazıları okuma yükümlülüğün altındasın. 'Haklı' olumsuz eleştirilere hiçbir zaman karşı çıkmam hatta mutlu olurum. Hatalarımı görür ve düzeltmeye çalışırım. Fakat bu yorum tamamen haksız bir yorumdu. Travestilerle benim hiçbir sorunum yok. Hatta yazı farklı yorumlanmasın diye altına bir dipnot koydum ve dedim ki 'Şamata gırgır amacı vardı, ciddiye alınmasın.' dedim. 'Ciddiye almayın.' dedim. Üstüne üstülük travestiler hakkında olmasa da en az travestiler kadar aşağılanan eşcinselleri konu alan bir de yazım var benim, 'Sözler Yeterli Olur Mu?' diye. Bunlara rağmen yapılan eleştirileri haksız olduğundan ötürü şiddetle kınıyorum. Yorum yaparken dikkatli olunmasını gerekiyor. Ayrıca incelemek isterseniz bahsi geçen röportaja ve bahsi geçen yazıya linklerden ulaşabilirsiniz.


SALATALIK(NAM-I DİĞER HIYAR)
  Okula gidip gelirken haftada beş gün günde iki kez otobüse biniyorum. Hal böyle olunca Sarımsak'ın en bol  ele alabileceği konulardan birisi de tabii ki otobüste yaşanan maceralar yer alıyor! Bugün ele alacağım otobüs temalı yazımda ise otobüs direkleri baş gösteriyor. Hani o insanların hapşırdığı zaman ellerine bulaşan virüslerle tutulan o direkler... Hah işte bazı yolcular, yolculuk boyunca o direkleri kutsuyor! Hem de bedeniyle kutsuyor! Evet, ciddiyim! Bazen adam bir yapışıyor direğe, bir yaslıyor bedenini, tutacak bir milimetre kare yer kalmıyor yemin ederim. Ya benimsin ya kara toprağın, diyerek bir yapışıyorlar, ayırabilene aşk olsun. Arada otobüsler dur kalk yaparken azıcık böyle öne kayıyorlar ya hani, direkte o sırada küçücük bir boşluk kalıyor, işte o boşluğa tutunayım bari derseniz yandınız! Çünkü direği kutsayan o yüce kişi elinizi sıkıştırmakla kalmıyor, eziyor eziyor eziyor ve namus meselesi haline getirip 'Sen nasıl benim direğime el uzatırsın uleyn!' diyerek elinizi parmağınızı parçalıyor. Siz siz olan kutsanmış direklerden uzak durun. Sarımsak tavsiyesi.


DOMATES
  Biliyorsunuz ki her sene düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı bu yılda TÜYAP'ta 17-25 Kasım tarihleri arasında ziyaretçilere açık olacak. Tabii ki kitap fuarı Sarımsak'sız olmaz. Ben de bu sene oradayım. Hatta bu yıl birkaç kişi ile yaptığımız talep sonucu okul gezisi olarak da gideceğiz. -da ekini ekledim evet, çünkü büyük ihtimal ben iki kez gideceğim. Bana bir gün yetmez ki! Doya doya sabahtan akşama kadar vakit geçirmem lazım benim orada. Yeni yeni kitaplarda çıkacak hem, sabırsızım ben. Yetmez bana. Sizin de gitmenizi tavsiye ederim. Gözünüz gönlünüz açılır en azından. :)


LİMON SUYU VE SİRKE
  Son yazımdan sonra boş durmadım ve blogumu daha nasıl geliştirebilirim, okuması zevkli bir hale sokarım, diye düşündüm. Aslında aklımda olan fakat her yazıda uygun olanı bulmakta zorlanabileceğimi düşündüğüm bir fikirdi bu ama zaten o kadar çok yazmıyorum diyerek bu yazıdan itibaren her yazımın başına bir şarkı linki koymaya karar verdim. Blog yazarı arkadaşım, Celil'den esinlenmiş gibi oldum biraz ama bloggerlar fikir alışverişi yapmalı bence. Fikir hırsızı değilim yani. Şarkıyı yazının başına koymamın sebebi ise şarkıyı dinlerken yazıyı okumanızı istemiş olmam. Böylece daha görsel materyaller yerine duyusal materyaller kullanmış olarak yazılarıma daha okunası bir hava katmak istedim. Bu yazıda ise bu fikri tanıtmak amacım olduğu için şarkıyı bu seferlik sona ekleyeceğim. Umarım beğenirsiniz. :)


VE SON OLARAK: SARIMSAK
  Biliyorsunuz, bugün 10 Kasım. Büyük lider Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 74. yıl dönümü. Bu satırları rahat rahat yazabiliyorsam, bu satırlardaki fikirlerimi rahat rahat beyan edebiliyorsam, sizlerle paylaşabiliyorsam bunu ilk önce Allah'a sonra Atatürk'e borçluyum. Allah'a şükretmeli, Atatürk'e teşekkür etmeliyiz şu anda bulunduğumuz durum için. Yaptıkları azımsanmayacak derece önemli, sayfalarca anlatılabilecek kadar çok. Atatürk'ü sevmeyebiliriz, zaten kimse kimseyi sevmek zorunda değil fakat saygısızlık yapmamalıyız, küçümsememeliyiz, tarihi bilmeden yorum yapmamalıyız. Kimse dört dörtlük değildir, Atatürk de değildi ama bu ülkeye sağladığı olanaklar getirdiği yenilikler kusurlu taraflarını kusursuz bir şekilde örtebilecek kadar büyük şeyler. Dediğim gibi, kimse kimseyi sevmek zorunda değil fakat eşek gibi saygı göstermek zorunda....
2400 kişinin yaptığı Atatürk portresi
İzmir Cumhuriyetin kalesidir!

  Atamızı özlüyorum, özlüyoruz. Eminim ki onun gibi biri bir daha gelmeyecek. Rahat uyu Ata'm.




Taylor Swift - Safe & Sound

                                 

Bulamadın mı?

DMCA Protection