Cumartesi, Eylül 16

IT'i An, Çomağı Hazırla

   Sarımsak okuyucuları, zilyonuncu kez geri dönüş yapmış bloggerın kesin dönüş yapmışlığını kanıtlayan yazısına hoş geldiniz... Eski yazılarımda başlık bulma sıkıntısı çekerdim ve dünyanın en yaratıcı saçma başlıklarını bulurdum. 'IT'i an, çomağı hazırla' başlığı eski formumdan ya da formsuzluğumdan hiçbir şey kaybetmediğimi gösterir nitelikte! İçeriği de tahmin etmek zor olmasa gerek...

   Efendim, 2013 yılında Stephen King'in 'O' kitabıyla tanışmıştım. Yaklaşık 450 sayfa olan kitap King'in okuduğum ilk romanıydı. Ne kadar da güzel başlangıç kitabı seçmişim öyle... 'Tepki' kitabıyla başlasam muhtemelen bir daha King filan okumazdım. Neyse, diyeceğim odur ki kitap tam bir korku destanı. İlk defa kitap okurken korkmuştum. Hele bir lavabo sahnesi var akıllara zarar. Kitabın etkisi geçene kadar lavabo deliğine bakmadan kullanıyordum, o derece. Sonra gel zaman git zaman bir baktım kitabın dev boyutu yayınlanmış. 1200 küsür sayfa. Güya sansürsüzmüş. Desenize, ilk baştan böyle çıkarmadık kimse almaz, diye. Tuğla gibi kitabı ben de hemen almadım. Arkadaşım zaten doğum günümde hediye etti fakat yine ben bir süre okuyamadım (3 yıl kadar) E haliyle başlamaya korktum. Taşı desen taşınmaz, masa olmadan bir yere koymadan elde okunmaz. İşkence gibi bir şey. Bu sene de hazır filmi vizyona girecekken ben şunu bi' okuyayım, filmine de gider karşılaştırırım dedim. Dediğim gibi de oldu. Kitabı bitirdikten bir hafta sonra film vizyona girdi. Dün vizyona giren filme ise bugün gidebildim. Ayıptır söylemesi küçük bir tatile çıktım da... İşte efendim gündüz yüzmeleri gece yüzmeleri, yok şu marina senin, öbürü benim derken, öhööm, bugün gidebildim. Veeee kitap uyarlaması olan film, tek başına bir film olarak ele alındığında mükemmel iken, uyarlama olduğu göz önünde bulundurulduğunda rezalet bir filmdi...

   Sarımsak okuyucuları benim genelde ne kadar memnuniyetsiz ve muhalif olduğumu az çok bilirler. Fakat yani iki saate aşkın film yapıp bu kadar mı çok kırpılır kitap... Hele ki bir de film 'bölüm bir' olarak yayınlanmışken. İkinci filmde ise tahminimce kitaba uygun olarak 27 yıl sonrasını yani Pennywise'ın geri dönüşünü ve çocukların yetişkinlik döneminde onu öldürmek için tekrar geri döneceklerini anlatacaktır. 
   Karakterler kitaba uygun olarak resmedilmiş. Fakat benim en sevdiğim karakter Henry'di. Bu kadar yakışıklı çocuğu böyle zorba diye resmetmek üzücü. Gel gelelim, insanda (en azından bende) insanın Henry tarafından zorbalık göresi geliyor. O derece iyiydi be. Fakat akıbeti hiç kitaptaki gibi olmuyor Henry'nin. Hele ki arkadaşının akıbeti kitaba gram uymayacak şekilde verilmiş.
   Çok fazla spoiler vermemeye çalışarak devam etmem gerekirse, Bill'in bir bisikleti vardı. Gümüş. Filmde de bisikleti görüyoruz, kamera 'silver' yazısına odaklanıyor arada bir. Fakat önemi bu kadar suya atılır anca... Kitapta Bill hariç kimsenin bisikleti yoktu ve Gümüş gerçek bir öneme sahipti. Kitabın eeeenn son bölümünde bile Gümüş vardı. Ve o unutulmaz repliklerden 'HADİ GÜMÜŞ, İLERİİİİ!' resmen çöpe atılmıştı. Peh!
   Repliklerden devam edecek olursak 'Bip bip Richie' repliği kitapta bence gayet önemliydi. Sürekli arkadaşlar arasında dönen bir replikti. Filmde ne yapmışlar dersiniz? Tek bir yerde kullanmış o da Pennywise tarafından... NE ALAKA YAHU!
   Kitabı olduğu gibi suya attıracak bir diğer sıkıntı ise Pennywise'ın kimliği. Pennywise'ın gerçek kimliği ne idüğü belirsiz bir canavar. Üstelik bir KADIN! Pennywise ile kavga etme yerleri, saldırma şekilleri gram uymuyordu kitaba. Çok fazla değiştirilmiş. Kitaptaki sahneler yapılamayacak şekilde miydi, bence kesinlikle değildi...
   Diğer en önemli sıkıntı ise arkadaşların birbirleriyle tanışma şekilleri... Çorak Topraklar ciddi bir öneme sahip kitapta. Fakat bu hiç kullanılmamış. Sahneler birbirlerine bağlanıp kısaltılmış, önemleri yok olmuş. Richie ile Bill kavgası kitapta yokken ciddi duygu algılama değişimlerine sebep olacak şekilde sahneler yerleştirilmiş.
   Sarımsak severler, tamam tabii ki biliyorum, uyarlama filmler kitapların yerini asla tutamaz. Fakat kitapların belli başlı noktaları varken siz bunları değiştirirseniz büyük bir sıkıntı olur. Gerçi bu sıkıntı sadece benim gibiler için olur. Parasını kazanan kazanır, izleyen izler. Ama işte... Gelgelelim, görsellik açısından mükemmeldi. Yine lavabo sahnesinde tüylerim diken diken oldu. Pennywise'a ise söylenecek hiçbir şey yok, mükemmeldi. Diğer oyunculuklar da iyiydi. Dediğim gibi ana karakterler bir iki küçük şey dışında iyi resmedilmişken yan karakter değiştirilmiş ve kitaptaki duygu biraz alt üst olmuştu.
   Gelelim en önemli konuya... 'float' kelimesi. 'You'll float, too' repliği hem filmde hem kitapta büyük öneme sahip. Ben kısaltılmış kitapta okurken bu kelime 'yüzmek' olarak çevrilmiş, filmde ise 'uçmak' olarak çevrilmiş fakat tam metinli kitapta öyle çevrilmemiş. 'Süzülmek' olarak çevrilmiş. Peki büyük bir anlam değişimine neden olacak bu üç çeviriden hangisi doğru... Şöyle ki filmde olanlara ve olayların gidişatına bakarsak 'uçmak' gayet doğru. Zaten cesetler de havada uçuyordu. Fakat kitapta işler hiç öyle değildi. Kanalizasyonda kimse uçmaz. KİMSE YÜZMEZ DE. Cesetler ağır ağır suda süzülür... Yani en doğru şekli süzülmek. Bilginiz olsun Sarımsak okurları. Orada burada millete hava atarsınız bu bilgiyle.

   Sanırım bahsetmem gereken tüm şeylerden bahsettim. Sosyal medyada deli gibi yaptığım paylaşım silsilesine bu yazıyla bir nokta koyuyorum. Bazılarınızın ohh bee dediğini gibi duyar gibiyim de yani kusura bakmayın da gerçek bir destandan bahsediyoruz! Her neyse, dediğim gibi mükemmel bir film, hafızaya kazınacak cinsten bir film fakat rezalet bir uyarlama. 1990 uyarlamasından tam 27 yıl sonra filmin vizyona girmesi ise çok güzel ayrıntı. Pennywise 27 yılda bir uyanıyor ve kasabaya saldırıyor. Bu detay oldukça hoştu. İzlemeye değer mi, kitabı okuduysanız hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz ama yine de her şeye rağmen değer. Çünkü oyunculuklar ve görseller çok değerli ve başarılı. Dipnot: 1990 yapımı uyarlama kesinlikle uyarlama açısından daha başarılı. Bu küçük bilgiyi de verdikten sonra yazımı sonlandırıyorum efendim. Kitap - film değerlendirmesinden öte bir karşılaştırma yapmaktı temel amacım. Özellikle 'float' çevirisinden mutlaka bahsetmek istemiştim. Şimdi uslu birer çocuk olun ve palyaçolardan uzak durun... 

Pazartesi, Eylül 11

Sarımsak Tuzlanıyor!

 2011 yılının son ayında Sarımsak olarak blogger hayatıma adım atmışım çok sevgili okuyucularım. Facebook'un kişiyi utandıran geçmişteki gönderileri gösteren uygulaması sayesinde uzun zamandır eski yazılarımın gönderilerini görüyorum. Toplamda tamamlanmış 115 yazım olmasına karşın zamanında büyük bir buhran devrine girerek değişime el uzatıp yazılarımın yaklaşık 90 tanesini taslak haline çevirmiştim. Neyse ki benden beklenmeyecek bir zekilikle yazılarımı silmeye kalkışmayıp sadece taslak halinde bırakmışım. İşte tam bu maziyi hatırlamalardan falan oluşan karar ile yıllar yıllar sonra yıl bu tarih olmuş iken Sarımsak'ın tuzlanması gerektiğine inancımla geri dönüyorum Sarımsak severler...

NEYDİM, NE OLMAK İSTEDİM DE OLDUM?

  Bu mükemmel tuzlanma haberini sizlere verirken bu yazımda geçmişe bir bakış yapacağım. Okuyucularım dönüştü, çoğu ortalıkta yok, abonelerimden ses soluk yok. Bir zamanlar ben vardım, bir ara yok oldum ama varlığım ebediyete uzanmadan tekrar geri döndüm varoşlar!
  Dediğim gibi, 2011 yılında çocukluk hevesidir tutturmuşum blogger olacağım diye. O zamanlar kitap blogları yazan insanlar olsa da sayıları oldukça az, Youtuber olayını geçtim, ortalıkta 'youtube ne yağğ abieğ' diye dolaşanlar mevcut, böyle bir dönemde 'Sarımsağın Günlüğü' olarak ortaya çıkmak plaza diliyle konuşacak olursak 'riskli'ydi. (Amma plaza dili oldu bu da) Ama şu su götürmez bir gerçektir ki mükemmel şeyler başardım o toyluk zamanlarımda arkadaşlar....

  NEREDEN GELİYOR BU 'SARIMSAK'? 

  9 Aralık 2011 tarihli ilk yazımın tanıtım başlığı buydu. Aynen olduğu gibi sizlere iletiyorum:
 Sarımsak yediğimiz zaman hani böyle keskin bir tat kalır dilimizde damağımızda. Biz o tada alışsak bile insanlarla iletişim içerisinde olduğumuz zaman onlar fark eder ama bu kokuyu. Sarımsak gibi olmak istiyorum ben be! Herkesi böyle derindeeen etkileyen,incedeen rahatsız eden bir sarımsak olmak istiyorum.
 İlk yazımda şöyle bir sarımsak resmi yapıştırıyım dedim tiksinirsin filan sonra bloguma kusarsınız. Aman aman yok kalsın. İyi böyle iyi. Hadi o zaman vatana millete hayırlı olsun bu SARIMSAK.  

  DEVAM FİLMİ DEĞİL, ASIL FİLMİN KAMERA DIŞARISI 

  Yeni bir değişim, tokuşum, dönüşüm filan değil. Çok kez farklı bir şey yapmayı denedim. NTS BLOG yaptım, tasarımını olduğu gibi değiştirdim, olmadı. Kitap blogu yapmaya çalıştım, o biraz oldu gibi olmadı çabuk pes edildi. Kaldı ki çok ciddi kitap blogu yazan arkadaşlar vardı camiada. Yayınevlerinin götünden ayrılmayıp yalaklık yapıp kitap göndertiyorlardı kendilerine sonra kitap değerlendirmeleri yapıyorlardı. Arkadaşlar böyle varoş karaktersiz bir blogger olmadım hiçbir zaman, bu konuda benim gurur duyduğum kadar en az siz de benimle gurur duyuyorsunuz, biliyorum, sizi seviyorum.
  Hal böyle biraz boka sarınca, bir de başlarda dediğim gibi ağır buhran dönemleri yaşayınca göt gibi kaldı emeklerimi sarf ettiğim blogum. Sonra tekrar olduğu gibi, saf haliyle bloguma geri dönmeye karar verdim....


  Blogger olma hikayem ve bu zamana kadarki yol maceramdan yeterince bahsettim bence. Blogumda içerik olarak bir şey değişmeyecek. Felsefi yazılar yazmayacağım, edebiyat kasmayacağım, kitap değerlendirmesi yapmayacağım. En amatör halimle yine Sarımsak Günlük olacağım beeeee!
  Bunun şerefine eski yazımlarından birkaç alıntı paylaşacağım sizinle... Sonra bir sonraki yazıyla arayı çok değil, hiç açmadan yine beraber olacağız. Buradaydık, buradayız, burada olmaya devam edeceğiz! Yürüüüüğğğ

VARAN 1: YILBAŞI - TOMBALA - TAKSİM ÜÇLÜSÜ

  ''Kısacası Taksim'e gidecek arkadaşlar kıçınızı kollayın. Vermek istiyorsanız da açın lan. Amaaan. Koyver gitsin.'' (24.12.2011)

VARAN 2: TOPLU TAŞIMA ARACINDAN BİLDİRİYORUM 

   '' Ben yine Optimum'da sürttüm geçenlerde. Saat 4-5 gibi dönüyorum artık eve. Atladım 21U - Uğurmumcu otobüsüne. E5 üzerinden ilerliyoruz biz, kaçırmayayım durağı diye durağın olduğu yerlere bakıyorum camdan. Tıngır mıngır ilerlerken son iki durak kaldı benim inmeme, durdu bir durakta otobüs. İnen indi, binen bindi derken ilerlemeye başladı. O sırada halis mulis Türk göbeğine sahip olan amcanın teki durağın merdivenlerinden inip otobüse yetişmek için koşmaya başladı ama nafile. Durmadı otobüs. Bastı gitti. Adam arkasından saydırdı tabii el kol hareketi yapa yapa. Ben de içimden takılıyorum adama 'Geçmiş olsun amca ehe.' filan diyerek. Sonra diğer durağa geldi bizim otobüs. Bir baktım, böyle kısa süreli bir şok geçirdim. İnene kadar kendime gelemedim.'NASIL YANİ?' filan oldum ben. Bir baktım, AYNI ADAM YİNE KOŞUYOR! İnanamadım. Gözlerimi açtım böyle, inanamadım yani. Aynı adam yine koştu koştu atladı bindi bizim otobüse. Kendi kendime 'İşte azim budur!' diyerek tabiri caizse 'kendi göt oluşumu' kıvırma olayına giriştim. Ama anladığım kadarıyla adam otobüse yetişmek için minibüse binmiş. İŞTE AZİM BUDUR!'' (06.07.2012)

VARAN 3: SARIMSAK GURURLA SUNAR: BİR TRAVESTİNİN GÜNLÜĞÜ!

 
''Merhaba Sarımsak severler! Asıl mesleğimden istifa edip blogumu travesti bir arkadaşıma bırakıyorum. Ve bundan sonra 'Sarımsak Günlüğü' değil, 'Travesti Günlüğü' olarak anılacak bu blog. E tabii siz okurlarında bir ismi olacak, 'Travesti severler!'. Böylece travesti arkadaşımızın yazdığı yazılarla okuyucularımızın yavaş yavaş ön yargılarını kıracağız ve dünyayı travestiler için daha yaşanası bir yer haline getireceğiz! Bu bizim için küçük ama insanlık için büyük bir adım olacaktır.'' (14.10.2012)

VARAN 4: 'NE!? EN KÖTÜSÜ!!'

 
'' Evet, bugün ilk iki dersimiz beden eğitimi dersiydi. Allah'tan turnike filan atmadık. İsyan çıkarırdım. Hoca boş bıraktı bizi. Böyle boş bırakınca genelde voleybol oynarım. Elim biraz daha yatkın diğerlerine göre. Yine bir kaç kişi voleybol oynamaya çıktık bahçeye. Yol kenarına yakın duruyorduk biraz. E ne yapalım başka yer yoktu bahçede. Hoppidik gubbidik oynarken ayağıma doğru geldi voleybol topu, ben bir vurdum, vuruş o vuruş, yol kenarına kaçtı top. Yol da normal yol değil, çalılıklar var, yokuş var, yokuşun bittiği yerde de İstanbul'un E5'i var. Benim o muhteşem ayağımla vurduğum top çalılıkların arasında yok oluverdi. 'İŞTE ŞİMDİ BOKU YEDİK' dedim ben tabii kendi kendime. E ne yapacağız? Geçenlere soruyoruz, top filan var mı oralarda diye, 'Yok' diyorlar bir de totoşlar. Lan top bu yani sonuçta. Nereye gidebilir ki, diyeceğim ama asıl top gider yani! Biz garibanlar, millete sorduk bir beş dakika filan, sonuç alamadık. Ondan sonra korka korka hocanın odasının yolunu tuttuk. Ve işte o efsane konuşmayı olduğu gibi aktarıyorum:
Kardelen: Hocam biz size bir şey söylemeye geldik.
Hoca: Ne oldu?
Ben: Top kaçtı hocam.
Hoca: Ne!? Nereye kaçtı? Kadir Has'a mı? (Yan okul)
Ben: Hayır hocam e5 tarafındaki yola kaçtı.
Ve işte o efsanevi söz hocanın ağzından dökülür: 'NE!? EN KÖTÜSÜ!?'

  Adamı görseniz var ya, eli ayağı dolaştı, eli titredi, kapıyı kapatmaya çalışıyordu kapatamadı. O derece. Çocuğu kaza yapsa bu kadar telaşa kapılmaz yemin ederim. Ben iyice korktum tabii. 'Aha Sarımsak. Bittin oğlum sen!' Bir de öncesinde odaya giderken kendimi yatıştırıyordum, 'Yani 5 liralık top canım. Cüzdanımda ne kadar para vardı? Veririm onu olur biter.' diyerek. Ama hocanın o halini görünce altıma yapıyordum yemin ederim korkudan.'' (11.10.2012)



   Sarımsak'ın Günlüğü tekrar saçmalamak için bloggerlığa geri döndü, götünüzü kollayın!
  

Bulamadın mı?

DMCA Protection