Yaptığı göndermelerle, benzetmelerle, müzikleriyle ve daha da önemlisi hissettirdiği duygularla tamamıyla beni etkisi altına alan été 85’in hikayesi aslında sondan başlıyor. İlk sahne bir suç filmi sahnesi gibi adeta, iki yanında kolluk kuvveti olan Alex, bir hikaye anlatacağını söylüyor. Ölüm’e ilgisini olduğunu söyledikten sonra tek bir cesetle ilgilendiğini ekliyor. Tam bu sırada da Haneke’nin Funny Games filmden kopup gelmişçesine Alex kameraya doğrudan bakıp, eğer ölüme ilginiz yoksa burada bırakabilirsiniz, uyarısında bulunuyor izleyiciye, adeta ürkütücü bir kamu spotu gibi.
Burada başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Prensip meselesi olarak (çünkü ben çok önemli bir şahsiyetim ya ondan hani) genelde izleyeceğim filmlerin fragmanlarını izlemiyorum. Afişine, yönetmenine bakıp karar veriyorum. Bu beni müthiş bir bilinmezliğin içine atıyor ve bu his oldukça hoşuma gidiyor. Bunu söylememin sebebi, aynı hissi été 85’de de yaşamış olmam. Fragmanını izlemeye gerek duymadan afişinden zaten bi’ gençlik aşkı filmi izleyeceğinizi anlıyorsunuz ama filmin bahsettiğim ilk sahnesi kendi kendime ‘galiba hiç de beklediğim gibi olmayacak’ dememe sebep oldu. Funny Games vari, Alex’in
korkusuzca kameraya, yani bize bakması beni etkiledi. Bu sahneden sonra da bir –
iki ay öncesine gidip hikayenin başını izlemeye başlıyoruz, elbette birisinin
öleceğini bilerek. Alex ile David’in hikayesi, Alex’in tekne kazası yapması
sonrasında David’in ona yardım etmesiyle başlıyor. Pek bir yardımsever olan (burası
kinaye dolu…) David, Alex’i alıp evine götürüyor ve David’in annesi bir güzel yardımcı
oluyor Alex’e. Bu müthiş arkadaşlık burada başlamış oluyor… Alex ve David’in
tekrar italik bir şekilde yazacak olursak arkadaşlığı kısa sürede kuvvetleniyor.
Tabii burada üzücü olan şey, bu arkadaşlığın bir ‘yaz rüyası’ kadar kısa
olması.
Film, bir kitap uyarlaması
esasen. Aidan Chambers’in Dance on My Grave kitabından uyarlanma
bir Ozon filmi. Filmi izlediğimde uyarlama olduğunu bilmiyordum ama filmi izledikten
sonra ‘filmin başka ismi olsaydı ne olurdu acaba’ diye düşündüğümde aklıma
kitabın isminden daha iyi bir isim gelmedi… Bu, bir ‘anlaşma’ya ya da belki
daha doğru bir ifadeyle ‘söz’e dayanıyor. Burada fazla spoiler vermeden geçiştireceğim
ancak her sahnenin müthiş bir görsel haz sağladığı gibi spoilerını vermekten
kaçındığım sahnede gözlerimin önünde canlanıyor tüm mükemmelliğiyle.
Asıl ismi Alexis
olan Alex, David’in kendisine ‘Alexis çok uzun, sana Alex diyeceğim’ demesinin
ardından Alexis’in artık herkesin ona Alex olarak hitap etmesini istemesi,
belki de David ile olan bağın ne kadar kuvvetli olacağını ya da David’e ne
kadar önem verdiğini gösteriyor. Aralarındaki bu bağı, birlikte geçirdikleri
zamanı izlerken de hissediyoruz elbette. Alex’in David’e, Verlaine’nın Rimbaud’a
yazdığı düşünülen şiirini okurken Rimbaud ve Verlaine’nın aralarındaki bağa
yapılan gönderme ise şahsen birçok şeyi hissettirerek açığa vuruyor. Başka bir
gönderme ise David ile Alex’in alışveriş yapmaya çıktıkları sahnede David bir elbiseyi
gösterip Alex’e almasını söylediği zaman yapılıyor. Çiçekli bir elbiseyle Ozon
-kanımca- kendi kısa filmi Une robe d’été (1996)’ye gönderme yapıyor. (Bu
bir gönderme olmayabilir, öyle olmasa bile kesinlikle bir gönderme. Bunu fark
ettiğim için bir miktar kendimi müthiş bir sinefil gibi hissettim.)
Bununla birlikte beni en çok etkileyen sahneden bahsedeceğim. David ile Alex, bir gece kulübünde dans ederlerken David birden ortalıktan kayboluyor ve sonra elinde walkman ile gelip Alex'in arkasından yaklaşarak kulaklığı Alex'in kulaklarına takıyor. Çalan şarkı ise Sailing... Tüm atmosferi birden tepetaplak yapan David, Sailing dinleyen Alex'in etrafında dans etmeye devam ediyor. Bence sırf bu sahne için bile izlenir... Aynı zamanda, Sailing'e dikkat... Daha sonra -maalesef ki- tekrar çalacak filmde...
Son olarak filmin
sahnelerine ve müziklerine kısaca değinmek istiyorum. 80’lerin müthiş ezgilerine
sahip olan müzikler, zekice düşünülmüş ve harika açılarla çekilmiş sahneleriyle
birleşince filmin hikayesi ne kadar orijinal olmasa da izlemek için tek
başına bir sebep oluyor. Orijinal olmadığına dair ironi içeren vurgu yaptım zira
filmin hikayesi ‘iki ergenin yaşadığı duygular’ olarak basitleştirilebilir,
ancak bu kadar basit bakmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Hele ki oyuncuların
performansları çok üst düzeyken…
Gerçek duygularla ve
gerçek filmlerle karşılaşın hep! Ve été 85’i izleyip bana yazın…
Görüşmek üzere Sarımsakseverler!