Pazar, Ocak 5

mı acaba?

  Özgür olduğumuzu söyler insanlar. ''Ne sıkıntın var, ne yapamıyorsun, ne yapamadın bu zamana kadar be nankör?'' diye azarlarlar. ''Kolundan mı tuttuk?'' İstediğimizi giyiyoruz, istediğimizi yapıyoruz. ''Yediğin önünde, yemediğin arkanda.'' Özgürüz ama... Sözde.

  dışarıdaydı. tek başına. Deyip ON8 bloğunun yeni yazarı Ayşe Düzkan'nın öyküsünden etkilendiğim büyük harf kuralına karşı çıkan teknikle kafamda olan konu hakkında bir öykü yazabilirdim. Ama öykü okumak ne kadar haz veriyorsa öykü yazmak bir o kadar sancı dolu dakikalar veriyor bana. Bugün sadece söylemek istediklerimi söyleyip, kelimelerle küçük bir çığlık atıp, belki birilerini bir iki dakika bile olsa hayata bir ara verdirip düşünmesini sağlayabilirim umuduyla yazıp çıkacağım.

  yine aynı mağazaya girip o çok beğendiği yırtık, dar kot pantolonun önünde durdu ve düşündü. almak istiyordu ama alamıyordu. sıkıntısı parası değildi. insanlardı. özgür olduğunu düşünüyordu. elbette bu pantolonu almak onun iradesine kalmış bir şeydi. ama insanlar onun özgürlüğünü kısıtlıyordu. Diyerek giriş cümlesinden birkaç satır sonra bunları yazabilirdim. Öykü güzel şeydir. Özellikle okuması. Ama ben denemeyi daha çok seviyorum. Bir şeyleri dolaylı yoldan değilde direkt olarak söylemeyi, insanları beş dakika değil de iki dakika düşündürmeyi, ''Benim yoğun bir hayatım var'' diyen insanlara ''Madem öyle, yumruk attığım kum torbasının diğer tarafında durup yumruklarımın acısını azaltılmış şekilde ikinci elden hissetmek yerine, gel seninle ringe çıkıp sağlı sollu kroşelerle işin özünü birinci elden hissetireyim sana.'' demeyi seviyorum.

  sorun insanlardı. pantolonu alırken özgürdü belki ama giyerken hiç de özgür değildi. sorun insanların bakışlarıydı. nasıldır o bakışlar siz bilir misiniz? özgürlük ahkamı kesen siz, bilir misiniz o bakışları? bilemezsiniz. çünkü o bakışların diğer bir sahibi de sizsiniz. Derken öykü gereği dolaylı yoldan yazarın, yani benim (öykünün bizzat içine dalıp kural ihlali yaparak bile olsa) beğenmediğim insan figürüne atıfta bulanabilirim. Ama kimse bu figürün kendisi olabileceğini sorgulamaz. Bu yüzden sevmiyorum öyküyü.


  özgürüm ben! diye haykırarak alıp, insanları ne düşünüyorum ki! diyerek giydiği o pantolon görücüsüne çıktı. yine o bakışlar. içindeki özgürlükçü, korkusuz kahraman o an sönmüştü. terlemeye başladı. insanların bakışları korkunçtu. baştan aşağı seni süzüyorlardı. çocuğu ile birlikte market alışverişine çıkan ''normal'' giyinimli bayan kaygıyla bir ona bir de çocuğuna bakıyordu. içinden dua ediyordu. rabbim, diyordu, n'olur diyordu. benim çocuğum ''bunun'' gibi olmasın diye içinden haykırıyordu. ''bunun'' kelimesini rabb'e iletirken, burnu kırışıyordu tiksintiyle. Dediğim anda öykü okuyucusu bahsi geçen bayana ufak bir kin beslemeye başlar. Onun gözünde kötü karakter olur. Tek bir sorun vardır, o kötü karaktere kin duyanların bazıları aslında sokakta aynı şeyi bir başkasına yapanlardır. Yani asıl kin duyduğu karakter kendisidir. Fakat bunu hiçbir zaman bilmeyecektir. İşte bu yüzden sevmiyorum öyküyü. 

  kendini odasına kilitleyip bütün gece ağladı. ''neden'' diye sorguladı. ''neden istediğimi giyip istediğimi yapamıyorum'' diyerek normlara, insanlara nefret kustu. kendisi olamamak ona acı veriyordu. Bunlar olabilirdi dolaylı yoldan mesaj vermek isteyen bir öykünün sonuç cümleleri. 
Ama demiştim ya, ben insanlara dolaylı yoldan bir şeyler anlatmayı sevmiyorum.
Demiştim ya, bugünkü amacım öykü yazmak değil diye..

1 yorum:

  1. giyeceklere bakarlar. diyeceklere ihtimal vermezler ama. demek kolay değildir çünkü her zaman, belki de onu bilirler. onlar diyememiştir çünkü birçok şeyi. bakmak, bakışla delmek çok daha kolaydır. ama demenin kolay olduğu gün, hiç ummadığın bir çabuklukta da gelebilir. işte o gün özgürlüğün vanilya tadı değer diline. sonra öykü de güzeldir, deneme de, denemek'ler de...

    YanıtlaSil

Bulamadın mı?

DMCA Protection